Denizcinin Mezarında Gül Bitmez - Kubilay Nuhoğlu

Yazar: Kubilay Nuhoğlu | 27.10.2020

Çocukluğumun en güzel günlerini deniz kıyısında memleketim Trabzon’daki Yıldızlı Askeri Kampında geçirdim.

1974 yazıydı. 7 yaşındaydım. Kavak meydanından otobüslerle başlayan yolculuğumuz Yıldızlıdaki rampa başlangıcında sona ermiş ve kampın giriş kapısı görünmüştü. Otobüslerden indikten sonra toprak bir yolu takip ederek kalacağımız motellere vardık. Motellerin arkasında köylülere ait sebze bahçeleri, ön tarafta ise kavak ağaçlarının gölgesinde piknik masalarının olduğu bir bölüm, devamında kumsal ve deniz vardı. Kumsalın başladığı yere gidip ufka baktığımda gözlerimin önünde göz alabildiğine lacivert Karadeniz’i gördüm. Bu an, deniz ile karşılaştığım ilk andı. Arkamda yemyeşil ağaçlardan oluşan bir dağ sırası, etrafta cıvıl cıvıl kuş sesleri, önümde ise göz alabildiğine lacivert Karadeniz…

Kampta günler çok eğlenceli geçiyordu. Gün boyu oyun oynamaktan yorgun düşüyor geceleri Karadeniz’in dalga sesleriyle uyuyorduk. İkiz kardeşim Çağatay ile sabah kalktığımızda yaptığımız ilk şey büyük bir heyecanla deniz kıyısına koşturmaktı. Deniz rüzgarlı ve dalgalı ise o gün denize giremeyeceğimizi anlar üzülüp hayıflanırdık. Henüz yüzmeyi bilmediğimiz için kıyıda ayaklarımızın yere değdiği bir derinlikte denize girerdik. Denizin dalgalı olduğu günlerde ise kendimizi dalgaya bırakıp dalganın bizi savurarak kıyıdaki kumların üzerine atmasını sevinçle karşılar eğlenirdik. Bazen öğle sonrası babamı kumsalda arkadaşlarıyla sohbet ederken bulur yanına giderdik. Sohbet sonrası Babam her ikimizi kucaklayıp denize girer kollarımızı boynuna sıkı sıkı dolayıp Karadeniz’in derinliklerine doğru yüzerdi. Biz ise derinlere doğru gidiyoruz diye korkudan ağlaşır bir an evvel kıyıya varmak için can atardık.

Kumsalın önünde denize doğru büyük bir iskele vardı. Güneşli bir yaz gününde iskeleye çıkmış kıyıya yakın bir bölümüne oturup kıyıda denize girenlere bakıyordum. Birden arkamdan birisinin beni kollarımdan tutup havaya kaldırdığını fark ettim. İskelenin ucuna doğru koşmaya başladı. Birden beni denize doğru fırlatıp attı. Derinlere doğru gidiyordum. Yüzme bilmiyordum ve sadece sağ kolumda az şişirilmiş bir deniz kolluğu vardı. Dibe varmadan yukarı doğru kollarımı hareket ettirdim ve yüzeye çıkmaya başladım. Su yüzüne çıktım. Beni denize atan kimdi? İskelenin üzerinde Babamı gördüm. Bana bakıp gülümsüyordu. Artık suyun yüzeyinde durabiliyordum ve derinlik korkumu da yenmiştim. Derinlere doğru yüzmeye başladım ve iskelenin ucundaki parmaklıklara tutunup merdivenlerden çıkarak babamın yanına gittim. Kucaklaştık. Yüzmeyi öğrenmiştim sonunda. Aslında çocuklara yüzme öğretmek babamın köyü Akçaabat Mersin köyünde bir ritüel, bir gelenekti. Mersin köyü, hemen deniz kıyısında kurulmuş şirin bir sahil köyüydü ve sahilinde kayalıklar olan küçük bir de plajı vardı. Köyün bütün çocukları buradan denize girer ve yüzmeyi burada öğrenirlermiş. Babamda burada yüzmeyi öğrenmiş.

Yıllar sonra genç bir üniversite mezunu olarak iş hayatına atılmış ve ardından askerlik görevi için askerlik şubesinin yolunu tutmuştum. Sabah erkenden Tuzla Piyade Okuluna gittim. Çok kalabalıktı. Birden genç bir Üsteğmen yüksek bir yere çıkıp kalabalığa şöyle seslendi. ‘’ Arkadaşlar! Şu ilerideki giriş kapısı nizamiye kapısıdır! Bu kapıdan girdikten sonra artık askersiniz!’’ Önce dörtlü kolda sıralara girip gruplar oluşturup uygun adım nizamiye kapısından girdik. Artık askerdik. Gün boyu evraklar doldurup yazılı sınavlardan geçtik. Bir hafta sonra geldiğimizde heyecan içindeydik. Hem görev alacağımız kuvvet sınıfını hem de eğitim göreceğimiz şehri öğrenecektik. Sıra ile numaralar okunmaya başlandı. Sonunda numaramda okundu ve zarfları teslim eden askerin yanına gittim. Asker gülümseyerek zarfı uzatırken çok şanslı olduğumu, İzmir e gittiğimi söyledi. Ben de gülümseyerek aldığım zarfın üstündeki yazıları okumaya başladım. ‘’Deniz Kuvvetleri Komutanlığı 2. Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı Narlıdere İzmir’’

Bir hafta sonra gece otobüsü ile İzmir e gittim. Arkadaşlarla İzmir e varır varmaz evlere telefon açıp salimen vardığımızı haber verdik. Öğle vakti birliğimize teslim olduk. Bir buçuk aylık eğitimin ardından hepimizi dağıtım heyecanı sardı. Nereye gidecektik? Benim gönlüm bir savaş gemisinde askerliğimi yapmaktı. Bir öğle sonrası dağıtım listelerinin ilan edileceği haberini aldık. Sıra ile numaralarımız ve birliğimiz okunuyordu. Gürültüden kendi birliğimi duyamadım. Listeye baktığımda adımın karşısında şöyle yazıyordu. ‘’Harp Filosu Komutanlığı 3. Muhrip Filotilla Komutanlığı TCG Turgutreis Komutanlığı’’ Tanrım olamaz! Savaş Gemisine katılacaktım. Savaş gemisinde yaşam nasıldı? Hiçbir fikrim yoktu ama engin denizlerde olmak hayallerimi süslüyordu. Yemin töreninden sonra İstanbul a döndüm.

Güzel bir Eylül öğle sonrası Gölcük e gittim. Nizamiye kapısından girip gemiyi sordum. Tersane Komutanlığında olduğunu öğrendim. Gemi Tersane Komutanlığında bakımdaydı. Bunları öğrenince üzüldüm ama sonradan anladım ki gemi iyi ki bakımdaymış. Çünkü Harp Filosunda göreve hazır olan gemilerde sürekli denetlemeler oluyor ve gemi personeli adeta soluk almıyordu. İki hafta boyunca uyum eğitiminden geçip gemideki yaşam kurallarını ve emir komuta zincirini öğrendik. Gemideki silah sistemleri başta olmak üzere her konuda bilgi verildi. Gemide yazıcı kurye olarak görevlendirildim. Bütün yazışmaları hazırlıyor, evrak takibi yapıyor, gün içinde evrak dağıtımı için gemiden ayrılıp farklı yerlere evrak teslim ediyordum. Gemi seyire başlarken görev yerim Köprüüstü idi. Köprüüstü geminin görsel olarak en güzel yeridir. Yüz seksen derecelik bir görüş açısına sahip denizi görebileceğiniz bir platformdan oluşur. Komutan köprüüstüne girerken ‘Köprüüstü Dikkat!’ komutu ile karşılanır ve Komutan ile İkinci komutan yerlerini aldıktan sonra seyir subayının tavsiyelerine göre ‘’ Vira Bismillah! Her iki makine pek ağır yol ileri! ‘’ komutu verilerek seyire başlanır. Bütün bunları yaşarken aklıma televizyonda izlediğim siyah beyaz ikinci dünya savaşı filmleri geldi. Aynı filmlerdeki gibi emirler veriliyor, emir tekrarı yapılıp emirler yerine getirildikten sonra geri rapor ediliyordu. Bunun dışında savaş konumunda Tamirci Partide telefoncu olarak görevlendirilmiştim. Gemide baş ve kıç tamirci parti olarak iki tamirci parti vardı. Gemi ortadan ikiye bölünmüş olarak düşünülerek bir grup geminin bir tarafından diğeri ise diğer taraftan sorumluydu. Sırası ile yangın eğitimi ve yara savunma eğitimlerinden geçtik. Yangın eğitimi; yangına karşı koyma ve söndürme, yara savunma ise geminin roket, güdümlü mermi veya torpido isabeti alması durumunda geminin su üstünde kalmasını sağlamak için gereken eğitimleri kapsıyordu. Yara savunma eğitimine katılıp eğitim binasının kapısından içeri girdiğimde karşı duvarda gördüğüm yazı aklıma mıh gibi çakıldı. Kocaman harflerle ‘’GEMİNİ İYİ TANI VE ASLA BATMASINA İZİN VERME’’

Günler sonra gemi bakımdan çıktı ve deneme seyirlerinden sonra protokoller imzalanıp Tersane Komutanlığından Harp Filosuna katıldı. Artık zorlu günler başlamıştı. Tam bir günümüz geminin tüm cephanesini cephanelikten alıp gemiye yüklemekle geçti. Eğitimlerin tazelenmesi için yoğun bir şekilde yangın eğitimi, yara savunma eğitimi ve gemiyi terk yerleri eğitimi verilmeye başlandı. Bilinmeyen saatlerde tatbikat anonsu yapılıp peşi sıra senaryolara göre tatbikatlar icra ediliyordu. Geminin dışında sakin bir gün yaşanıyordu belki ama geminin içinde kıyametler kopuyor savaş eğitimleri son hız devam ediyordu.

Gemide disiplin çok önemliydi ve hiçbir şartta disiplin dışı hareket affedilmiyordu. Bu da denizdeki eski bir kuraldı. Gemide iki temel görevimiz vardı. Bunlardan biri gemideki normal görevlerimiz ki benim görevim yazıcı kurye idi. Diğer görevim ise savaş durumunda tamirci partide telefoncu göreviydi. Savaş şartlarında görevim tamirci partiler ve makine dairesi ile haberleşmeyi sağlamaktı. Gemide yaşam bu temel iki görev etrafında geçiyordu. Öyle zamanlar oluyordu ki ofiste yazı yazarken birden ‘’ Dikkat Talimdir!’’ anonsu ile derhal savaş yerlerine geçip senaryoya göre tatbikat yapılıyordu. Bazen ‘’ Dikkat Talim Değildir!’’ anonsu duyulunca önce bir panik sonrasında savaş yerlerine geçip görev yerine getiriliyordu. Bunun dışında kişisel bakım, temizlik ve yemek içmek te önemliydi. Her şey kuralına göre yapılıyordu.

Gemi bir çelik yığını olsa da denizci için evi ve sevgilisi gibidir. Onu sever sevdalanır. Gemideki kader birliği, arkadaşlık ve dostluk ta bu sevgiyi arttırır. Ne gemiden ne de oradaki arkadaşlık ve dostluktan vazgeçilir. Ben de aynı duyguları yaşadım ve eve dönüş için gemiden ayrılırken çok zorlandım. Lumbarağzından (geminin giriş kapısı) ayrılırken anons sisteminden personel numaram anons edildi. ‘’Lumbarağzı 130! Güle Güle’’ Bu geminin bana vedasıydı ve beni uğurluyordu. Arkadaşlarım beni Üs kapısına kadar uğurladılar. Kapıdan çıkıp birkaç adım attıktan sonra geriye dönüp baktım ve içimden ‘’Askerlik bitti’’ dedim. Görevimi en iyi şekilde yapmış olmanın verdiği iç huzuru ile eve döndüm. Askerlik görevim tamamlanmış hayatımın bir dönemi kapanmıştı.

Türk Deniz Kuvvetlerinde deniz filosu bir adet Firkateyn ve üç adet muhrip olmak üzere dört gemiden oluşur. TCG Tutgutreis Firkateyni de 3 üncü Muhrip Filotillasına bağlıydı. Peki diğer gemiler hangi gemilerdi? Arkadaşımdan diğer üç muhribin TCG Kocatepe, TCG Adatepe ve TCG Mareşal Fevzi Çakmak olduğunu öğrendim. Donanmaya katıldığım filonun diğer gemileri Kıbrıs Barış Harekatına katılan ve kendi savaş uçaklarımız tarafından dost ateşi ile vurularak batırılan TCG Kocatepe ve ağır yaralanan TCG Adatepe ve TCG Mareşal Fevzi Çakmak muhripleriydi.

Pe ki ne olmuştu? Kendi gemimizi neden ve nasıl batırmıştık? Kocatepe’nin batması önlenebilir miydi? Askerlik sırasında duyduğum bir söz ‘’DENİZCİNİN MEZARINDA GÜL BİTMEZ’’ in ne demek olduğunu TCG Kocatepe’nin hikayesini okuduğumda daha iyi anladım.

Aslında her şey 15 Temmuz 1974 Pazartesi sabahı Lefkoşe Büyükelçiliğinden Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs- Yunan Dairesine gelen teleks mesajı ile başladı. Teleks mesajında ‘’Kıbrıs ta darbe oldu. Makarios un öldüğü bildiriliyor. ‘’ yazıyordu. Türkiye için otuz sıcak gün başlıyordu.

Türk Silahlı Kuvvetleri dört günlük yoğun bir hazırlık sonrasında 20 Temmuz Cumartesi sabahı Kıbrıs’a amfibi harekat gerçekleştirdi. Çıkarmanın ilk günü heyecanlı fakat büyük bir sorunla karşılaşılmadan tamamlandı. İlk çıkarma bitince, muhriplerimiz boş gemileri koruyarak 20 Temmuz akşamı Mersin limanına geldiler. Bu arada Ankara’ya her yerden istihbarat geliyordu. 20 Temmuz 1974 saat 19.30 da Muğla’daki İl Jandarma Komutanlığından Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bir mesaj geldi. Bu mesajda ‘’ Akdeniz’e giden asker yüklü 10-12 gemiden oluşan bir Yunan konvoyu var’’ deniyordu. İşte tüm olayları başlatan bu rapor oldu.

Alınan bilgilere göre bu konvoy gerçekti ve asker, savaş malzemesi taşıyordu. Eğer bunlar Baf’a çıkarılırsa Kıbrıs’taki kuvvetlerimiz için çok büyük tehlike olacaktı. Bu konvoy durdurulmalıydı. Yapılan durum değerlendirmesinde, konvoyun hızına göre Baf’a ulaşması 21 Temmuz öğlen saatlerini bulacaktı. Uçaklarımız buna göre kalkış yapacaklar ve konvoyu Baf’a iyice yaklaşıp durduğunda veya yavaşladığında vuracaklardı. Uçaklar konvoyu vurup dağıttıktan sonra Arnavutburnu’nda bekleyen gemilerimiz Baf bölgesine inip geri kalanlara saldıracak ve konvoy ortadan kaldırılacaktı.

Girne önlerinde bulunan üç muhribimiz TCG Kocatepe, TCG Adatepe ve TCG M.F. Çakmak Yunan konvoyunu karşılamak üzere Girne’den Baf’a doğru yola çıktı. Kıbrıs’ın kuzey kıyılarına paralel olarak seyrediyorlardı. Gelen emirde önce uçaklarımızın konvoyu bombalayacağı, bundan sonra muhriplerin işe karışması ve muhriplerimizin bombardıman bitene kadar hava harekat bölgesine girmemeleri belirtilmişti.

Bizim uçaklarımız gelip konvoyu bombalayacağı için kuzeye, Türkiye tarafına doğru çekilmeye başladılar. Böylece Arnavutburnu ve Drepana burnu arasında bir güneye, bir kuzeye inip çıkıyorlardı. Artık daha aşağıya, Baf önlerine inmiyorlardı.

Muhripler Kıbrıs’ın kuzey batısında bulundukları sırada iskele (sol) tarafında, kıyıda hücumbot saptadılar. Muhriplerimize doğru geliyorlardı. M.F. Çakmak ve Kocatepe’nin salvolarıyla birer hücumbot batırıldı. Hasara uğrayan üçüncü hücumbot kıyıdaki kayaların arasında kayboldu. Muhriplerimiz yeniden Baf yönüne ilerlemeye başladılar. Gözler ufuk çizgisinde her an belirecek Yunan savaş gemilerini arıyordu ama Yunan konvoyu görünmüyordu. Bu sırada muhriplerimiz Drepana burnu batısında az sonra olacaklardan habersiz uçaklarımızın hava hücumunun bitmesini bekliyordu. Üzerlerinden 181. Filonun uçakları geçiyordu. Pilotlar güneyde Kıbrıs’ın çok aşağılarında ticaret gemilerini görüyorlardı. Sözü edilen konvoydan eser yoktu. Pilotlardan bazıları altlarındaki muhriplerdeki bayrakları ve güverteye serili panoları gördüler. Kol başkanı daha önceki yıllarda da Kıbrıs üzerine gelmişti. Rumların çok iyi Türkçe konuştuklarını, aldatmaca yaptıklarını biliyordu. Bu işin sonunda vatan haini damgası yemekte var diye düşündü ve ateş emrini verdi.

Üç muhripte de tüm personel savaş yerlerinde bulunuyordu. Birden bire pruvadan üstlerine dalış yapan uçağı gördüler. ‘’ Uçak dalış yapıyor. Uçak mı saldırıyor?’’ Ne olduğunu anlayamadan uçak bombayı bırakmıştı bile. İlk isabeti Kocatepe aldı. Her üç muhribe birden saldırıyorlardı. Kısa bir süre sonra TCG M.F. Çakmak da ilk bombayı yedi. Adatepe de payına düşeni alıyordu. Uçakların önü ardı kesilmiyordu. Yapılan baraj ateşleri sayesinde uçakların daha büyük hasar vermeleri önlenmiş oldu. Hava hücumuna uğradıklarını anında bildirdiler. Kocatepe ağır yaralanmış ve hareket edemiyordu. Adatepe ve M.F. Çakmak uçaklara atışı sürdürerek kuzeye çekilmeye başladılar. Telsizlerden uçaklarımızla irtibat kurdular. ‘’ Bunlar Türk gemileridir. Ateş etmeyin.’’ dediler. Gemidekiler Türkçe konuşuyordu. Uçakların lideri de ‘’ O….. çocukları çok iyi Türkçe biliyorlar. Kanal değiştirin’’ diye diğer pilotları uyardı. ‘’Belki de Türk’tür ‘’ düşüncesiyle parola sordular. Parola tutmuyordu. Uçaklar ateş etmeye devam ettiler. Ancak aşağıdan küfürler yağıyordu. Küfürler çok net ve temiz Türkçe’yle gelince, pilotlar bu işte bir terslik olabileceğini düşündüler. Eğer gemiler Yunan olsa, çok iyi Türkçe konuşsalar bile, bu kadar ‘‘ince’’ özellikli küfür edemezlerdi. Uçaklar durumu Anamur’a sordular. Anamur, çok kısa bir süre sonra yanıt verdi. ‘’ Yunan gemileri… Ateş edin.’’ Uçaklar tekrar dalışa geçtiler.

Türk gemilerinin borda numaraları geminin ucunda baş üstünün hemen altındadır. Yunan gemilerinde borda numaraları gövdenin ortasına doğru vurulur. Pilotlarımız bunu biliyorlardı fakat bu kargaşada bunun ayrımına varamadılar. Ateş etmeye devam ettiler.

Kocatepe de yangın çıktı ve bütün gemi çöktü. Gemi Komutanı gemiyi terk emri verdi. Kaportalar açıldı gemi terkedilmeye başlandı. En son gemi komutanı baş üstünden denize atlayarak gemiyi terk etti. Uçaklar, hareketsiz kalan Kocatepe’ye ateş kusuyorlardı. Kocatepe daha fazla dayanamadı ve bir süre sonra battı. Denizdeki personel bir süre sonra İsrail bandralı eğitim gemisi tarafından kurtarıldı. Dost ateşi ile 54 denizcimiz şehit düştü.

Kıbrıs Barış Harekatı birtakım eksikliklerine, aksaklıklarına ve hatalarına rağmen son derece başarılı olmuş bir harekattır. Dünya savaş tarihine baktığımız zaman hatasız yapılmış, aksaklıkların olmadığı bir savaşı göstermek hemen hemen olanaksızdır. İkinci Dünya savaşı sırasında, ne zaman üsse döneceği sorulan bir İngiliz denizaltı komutanının yanıtı dünya savaş tarihine geçmiştir. Komutan yanıtında’’ Eğer Atlantik’i tarayan İngiliz savaş uçaklarından kurtulabilirsem, yarın akşam üs’se dönebilirim’’ diyordu.

Barış Harekatı sırasında o kadar çok titizlenilmiş, ayrıntılar üzerinde durulmuş, önemli bir hata yapılmamaya çalışılmış ve bu titizliğin sonucunda Kocatepe batırılmıştır. Kocatepe hata yapmamak uğruna, yanlış istihbarat ve birlikler arasındaki koordinasyonsuzluk nedeniyle batırılmıştır.

Türk Ordusu Kocatepe olayından gerekli dersleri çıkardı. Eksik ve aksaklıklar tespit edilip tamamlandı.

Türk Ulusu Kocatepe Şehitlerini unutmadı. İstanbul Şehir Hatlarındaki vapurlara şehitlerin adı verildi. Bugün adları vapurlarda yaşatılıyor.

Ruhları Şad olsun.

Şehit Metin Sülüş ( Deniz Kıdemli Binbaşı, TCG Kocatepe Başçarkçısı)

Şehit Necati Gürkaya ( Deniz Kıdemli Üsteğmen, TCG Kocatepe Muhabere Subayı)

Şehit Caner Gönyeli (Deniz Teğmen)

Şehit Temel Şimşir (Deniz İkmal Astsubay Başçavuş)

Kaynakça:

•   Kıbrıs Barış Harekatının Bilinmeyen Yönleri Satılık Ada Kıbrıs, Erol Mütercimler 

•   30 Sıcak Gün,  Mehmet Ali Birand

Kubilay Nuhoğlu