Yazar: Berna Kurnaz | 16.03.2021
Çocuklarınızı ne kadar tanıyorsunuz?
Ebeveynler çocuklarının güvende olmalarını ister. Düşüp bir yerlerini vursalar içleri acır, canları yanar. Karınları tok olsun, üşümesin isterler. Kıyafetleri temiz olsun, odasının perdesi-halısı özenli, bedensel ihtiyaçları eksiksiz olsun isterler.
Bütün bunlara bu kadar özen gösterirken, peki ya çocuklarımızın duygusal dünyası? İçerde neler oluyor dışarısı kadar haberdar mıyız?
Ebeveynlerin sıklıkla düştükleri bir yanılsamadan bahsetmek istiyorum. “Çocuklarını kendi uzantıları olarak görmek.” Biraz daha açıklayacak olursak; Çocuğumuzu kendimizden bağımsız bir “birey” olarak görememek.
Dünyaya çocuk getirip onu büyütmek, onun üzerindeki tüm haklara sahip olmak değildir. Çocuklarımızın sahibi değil rehberi olmalıyız. Büyüyüp, gelişip hayatı öğrenirken; yön veren bir ışık, güvenli bir kucak olmayı öğrenmeliyiz. Çocuklara duygularını rahatça ifade edebildiği, güvenli bir ortam sunmalıyız. Çocuklarımızla duyguları hakkında konuşmalı, onlara kendilerini her ortamda çekinmeden ifade edebilecekleri bir duygu sözlüğü oluşturmalıyız. Sevgi, korku, mutluluk, üzüntü, hayal kırıklığı, öfke ve utanç. Bu duyguları yaşadıklarına şahit olduğumuzda “tamam, tamam” deyip geçiştirmek yerine; “öfkelendiğini görüyorum, çok istediğin bir şeyi alamamak can sıkıcı ama bunu şimdi alamıyoruz “gibi yaşanan durumlara uygun cümlelerle çocuğa ayna tutmalı, anlaşıldığını hissettirebilmeliyiz. Anlaşıldığını hisseden çocuk iş birliğine açık olur ve önemsendiğini bilip kendine güvenir. Duygularını tanıyan çocuk, kendisini tanır ve ihtiyaçları hakkında konuşabilir.
Ebeveynleri tarafından duyguları yok sayılan çocuklar zamanla duygularını bastırmayı öğrenir ve duygularından korkar. Hislerini yaşamaya hakkı olmadığını düşünen çocuk ihtiyaçlarını fark edemez. Kendiyle bağlantısı kopar. Ebeveynin büyütürken kendine kolaylık sağlamak adına itaat etmeyi öğrettiği çocuk ileride arkadaşları, öğretmenleri, patronu, iletişimde bulunduğu herkes tarafından duygusal istismara ve yönetilmeye açık olacaktır.
Herhangi birinin ona karşı olan davranışını anlamlandırmakta zorlanacaktır. Hakkını koruyamayacak, duygularını ifade edemeyecektir. Her türlü muameleye boyun eğecektir. Zamanla haksızlığa karşı öfkeyle dolacak belki bir gün hiç olmadık yerde öfke patlaması yaşayıp şiddete bile başvuracaktır.
Oysa duygusal farkındalık kazandırılmış çocuk, neden öfkelendiğini az çok idrak edebilir ve davranışlarını seçebilir. Korkusunu, üzüntüsünü, hayal kırıklığını fark eder. En önemlisi de bunları muhatapları karşısında ifade eder. Ne istediğini bilir. Doğru seçimler yapar. Yaptığı eylemlerde başrol kendine aittir. Toplumumuzda sıkça düşülen “başkaları ne der” tuzağına düşmez. Kendi ihtiyaçlarına göre davranır, toplumun beklentisine göre değil. Böyle yetiştirilen çocuklar büyüdüklerinde özgüven sahibi, iç huzuru olan, yeterli hisseden, kendi duygularının sorumluluğunu alabilen, bütünlük içinde mutlu bir yetişkin olurlar.
Aklı başında, dünyaya çocuk getirmeye karar vermiş her aile çocuğuna bırakabileceği en büyük mirasın “duygusal farkındalık kazandırmak” olduğunu öğrenmelidir.